Connect with us

Gündem

CHP, Asgari Ücret İçin 30 Bin Lira Talep Etti

CHP, 30 bin liralık asgari ücret talebini enflasyon verileriyle destekleyerek açıkladı.

(ANKARA) – CHP Genel Başkan Yardımcısı Yalçın Karatepe, CHP’nin 30 bin liralık asgari ücret talebine ilişkin “Biz bu sayıya ulaşırken sadece TÜİK’in açıkladığı manşet enflasyon verisine bakmadık. Alt gelir grubunda yer alan, asgari ücretle geçinen, emekli grubunda yer alan vatandaşlarımızın ağırlıklı olarak harcama sepetinde neyin yer aldığına bakıp oralardaki enflasyon oranını dikkate alarak bu hesaplamayı yaptık.

Hesapladığımızda yaklaşık yüzde 76’lık vatandaşın gerçekten maruz kaldığı bir enflasyon verisine ulaşıyoruz. 17 bin 2 lirayı yüzde 76 artırdığımızda ulaştığımız rakam 30 bin lira. Dolayısıyla 30 bin lirayı kulağa hoş gelen bir rakam olduğu için ifade etmiyoruz. Bir gerçekliği temsil ettiği için, vatandaşın bir nebze de olsa ekonomik olarak rahatlamasına imkan verdiği için bu rakamı telaffuz ediyoruz” dedi.

CHP Hazine ve Maliye Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Yalçın Karatepe, bugün partisinin genel merkezinde 20-22 Kasım tarihlerinde Gaziantep, Kahramanmaraş ve Malatya’da yaptığı ekonomi turuna ilişkin basın toplantısı düzenledi. Karatepe’nin açıklamaları şöyle:

“CHP ekonomi ekibi olarak geçen hafta Anadolu’nun üç önemli sanayi merkezi olan ili dolaştık. Çarşamba günü Gaziantep, perşembe günü Kahramanmaraş ve cuma günü Malatya’da ekonomik aktivitenin içerisinde yer tutan iş insanları, emek örgütleri sivil toplum kuruluşları, çiftçiler, esnaf, halk, emekliler, ücretli geçinenlerle  bir araya gelip hem onların sorunlarını dinledik, hem de görüşlerimizi ayrıntılı olarak onlarla paylaşma imkanı bulduk. Doğrudan sahaya inip insanlarla bir araya geldiğimizde aslında verilerin yatan, gizlenen ya da var olan insan hikayelerini duyduğumuzda ekonomik gerçekliğin çok daha çarpıcı bir yönüyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu geziler bu açıdan işte bu imkanı da veriyor. Aslında veriler yaşanan sorunların insani boyutunu da çok açık ve net bir biçimde bize gösteriyor. Biz bu gezilerimize devam edeceğiz. Mart ayına kadar Türkiye’nin yarısından fazlasını neredeyse dolaşmış olacağız. Hem ekonomik programımızı anlatacağız hem gittiğimiz yerlerdeki sorunları yerinde tespit edip bunlara yönelik çözüm önerilerimizi, değerli paydaşlarımızla ya da vatandaşlarımızla paylaşacağız.

“Depremin üzerine yaklaşık 21 ay geçmiş olmasına rağmen depremin etkilerinin ortadan kaldırılamamış olması, büyük bir hayal kırıklığına yol açıyor”

Advertisement

Gaziantep’e gittiğimiz zaman karşılaştığımız sorunlar aslında Maraş’a gittiğimiz zaman karşılaştığımız sorunlardan ya da Malatya’daki sorunlardan farklı değildi. Hem iş dünyasının içinde bulunduğu zorluklar var ama özellikle vatandaşın karşı karşıya kaldığı çok derin ekonomik sorunlar olduğunu görüyoruz. İş dünyası para kazanamamaktan, yükselen maliyetlerden şikayet ederken işçiler, emekliler ellerine geçen maaşlarının ya da emekli aylıklarının geçinmelerine imkan vermediğini çok somut bir biçimde bize bir kez daha göstermiştir. Deprem bölgesinde yaşanan sorunların şiddetli bir biçimde devam ediyor olması, depremin üzerine yaklaşık 21 ay geçmiş olmasına rağmen depremin etkilerinin henüz ortadan kaldırılamamış olması büyük bir hayal kırıklığı ve derin üzüntüye yol açıyor.

Kahramanmaraş’ta, Malatya’da ve Gaziantep’in depremden etkilenen bu bölgelerinde görüyoruz ki depremin izleri bütün şiddetiyle devam ediyor. Hala yıkılmamış olan, ağır hasar almış olan binaların varlığı, konteynerde yaşayan yüz binlerce insanın içinde bulunduğu durum, hatta bazı bölgelerde çadırlarda bu soğuk kış koşullarında hayata geçirmek zorunda kalan depremzedelerin varlığı kabul edilebilir bir şey değil. 21 ay çok uzun bir süre, bu süre zarfında çok şeyin yapılmış olması gerekirdi. Ama görüyoruz ki iktidar bu konuda gerekli mesafeyi alamamış, sorunlara çözüm üretememiştir.

“Mücbir sebep uygulamasının en az üç yıl süreyle uzatılması ekonomik bir zorunluluktur”

Özellikle iş dünyasının yakından takip ettiği deprem bölgesine yönelik vergisel düzenlemeler acilen çözüm bekliyor. Bu ayın sonunda, 30 Kasım tarihinde sona erecek olan mücbir sebep süresinin uzatılması talebi şiddetli bir biçimde bütün kesimler tarafından dile getiriliyor. Hem iş dünyası hem de esnaf, bu sürenin mutlaka uzatılmak zorunda olduğunu çünkü buradan kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesinin mümkün olmadığını çok açık bir şekilde ifade etmişir. Örneğin Maraş’ta ziyaret ettiğimiz 21 metrekarelik bir konteynerde hizmet veren bir esnaf, bizim uğradığımız gün ki akşam saatleriydi, o gün içerisinde sadece iki adet gömlek sattığını, günlük cirosunun o gün için sadece 600 lira olduğunu, bununla hem evinin ihtiyacını hem dükkanının masraflarını karşılamak zorunda kaldığını ifade etmişti. Bu halde bulunan bir esnafın 30 Kasım’dan sonra Maliye’ye gerekli beyannameleri vermesi, vergilerini ödemesinin mümkün olmadığı çok net bir biçimde görülüyor. Dolayısıyla mücbir sebep uygulamasının en az üç yıl süreyle uzatılması ekonomik bir zorunluluktur. Maalesef iktidar bu süreyi şimdiye kadar üçer aylık süreler halinde uzatıyor. Ama üçer aylık süreler belirsizliği arttırdığı için bu uzatının bir kez ve üç yıl yapılmasının ekonomik bir zorunluluk olduğunu ifade etmek isterim. Bu yöndeki talepler çok güçlü. Ama maalesef 30 Kasım’da az bir süre kalmasına rağmen bu sürenin uzatılıp uzatılamayacağı bile henüz iktidar tarafından kamuoyuyla paylaşılmış değil. Bu belirsizlik durumu Türkiye’de iş yapmayı zorlaştırıyor. Ekonomik konularda karar almayı da ciddi şekilde sıkıntılı hale getiriyor.

Advertisement

“Görüştüğümüz kişilerin büyük çoğunluğu kredi kartlarına ya da KMH hesaplarına borçlanarak hayatlarını devam ettirebildiklerini bizimle paylaştılar”

Özellikle çalışan kesimle, emeklilerle yaptığımız toplantılarda karşı karşıya kaldığımız durumun çok daha vahim olduğunu üzülerek görüyoruz. Vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu elde ettiği emekli aylığı ya da ücretinin geçilmesine imkan vermediği için ciddi bir borç sorunuyla karşı karşıya kaldığını bize gösteriyor. Çalışanların ya da düşük gelir kısmında yer alanların büyük bir kısmının derin bir borç sarmalına girdiği çok net bir biçimde ortaya çıkıyor. Görüştüğümüz kişilerin büyük çoğunluğu kredi kartlarına ya da KMH hesaplarına borçlanarak ancak hayatlarını devam ettirebildiklerini net bir biçimde bizimle paylaştılar. Biz bunu zaten velilerden de görüyoruz. BDDK’nın verilerine baktığımız zaman 1,7 trilyon liraya ulaşan kredi kartı -ki bunun yaklaşık 1,1 trilyon lirası taksitsiz olan, temel ihtiyaçları karşılamak üzere oluşturulan borçlardan oluşan-  borçlarının vatandaş üzerine ciddi bir yük olduğunu görüyoruz. Bize anlatılan hikayelerden de öğreniyoruz ki vatandaş ay içerisindeki kredi kartına ya da KMH hesabına borçlanıyor, ay sonunda maaşı yattığında ya da emekli aylığını aldığında, o aylığın tamamını kredi kartının asgari ödemesine ya da KMH’ının borcunun ödemesine gittiğini, yeni aya hesabında sıfır bakiyeyle başladığını, çoğu zaman eksi bakiyeyle başladığını görüyoruz.

Dolayısıyla takip eden ay yeniden kredi kartına ya da KMH hesaplarına borçlanarak hayatını devam ettiren milyonlarca insanımızın içine girdiği bu kredi borcu sarmalının bir an önce çözüme kavuşturulması lazım.

“50 bin lira kredi kartı borcu olan vatandaşlarımızın borçlarını üç yıl süreyle faizsiz olarak yeniden yapılandırılmasına yönelik bir düzenleme hayata geçireceğiz”

Advertisement

Biz bu konu üzerine uzun zamandan beri çalışıyoruz. Buna ilişkin çözüm önerilerimiz de var. Özellikle kredi kartı borçlarına ilişkin CHP olarak iktidara geldiğimizde neler yapacağımızı paylaşmak istiyorum: Kredi kartlarına ödenen faiz oranı, KMH hesaplarına ödenen faiz oranı, bunların üzerine eklenen yüzde 30’luk vergiyle birlikte değerlendirildiği zaman bugün Türkiye’de ödenen en yüksek kredi faizini oluşturmaktadır. Temel ihtiyaçlarını karşılamak için bile borçlanmak zorunda kalan vatandaşların bugün Türkiye’deki en yüksek faize maruz kalması onların içine düştükleri borç sarmalından çıkmalarına imkan vermemektedir. Bu sebeple biz CHP olarak şunu öneriyoruz: İktidara geldiğimiz tarihte, 10 bin liraya kadar kredi kartı borcu olan ve bunu ödeyemediği için takibe düşen, ödemekte zorlanan vatandaşlarımızın tamamının kredi kartı borcunu ödenmesini kamu kaynaklarından yapacağımız ifade etmek isterim. Sadece bu değil. 50 bin lira kadar kredi kartı borcu olan vatandaşlarımızın kredi kartı borçlarını üç yıl süreyle faizsiz olarak yeniden yapılandırılmasına yönelik bir düzenleme hayata geçireceğiz. Ancak buradan ortaya çıkacak olan bankaların faiz alacaklarını kamu bütçesinden karşılayacağımızı ifade etmek isterim. 50 bin lirayla 100 bin lira arasında kredi kartı olan vatandaşlarımızın kredi kartı borçları da üç yıl süreyle yeniden yapılandırılacak.

Ancak faizinin yarısını vatandaşlarımızın yarısını da devlet olarak bizim üstleneceğimizi ifade etmek isterim. 100 bin lirayla 250 bin lira arasındaki kredi kartı borcu olan ve bunu ödemekte zorlanan vatandaşlarımız için ise yine üç yıllık bir yeniden yapılandırma süresi ve bu üç yıllık dönemde ödenmesi gereken faizin üçte birinin kamu tarafından, geri kalanının da bu yapılandırma süreci boyunca vatandaş tarafından üstlenilmesine yönelik düzenlemeleri hayata geçireceğiz.

“30 bin liranın altında bir asgari ücret kabul edilemez”

Bunu yaptığımız zaman bugün nakit akışı sorunuyla karşı karşıya kalan vatandaşımızın borçlarından dolayı bir nebze olsa nefes almasına imkan verecek, ekonomik durumlarını düzeltmelerine olanak sağlayacağız. Bankalara olan borçlarda özel tertip hazine kağıtlarıyla faizlere karşılık gelen ödemeyi de yapacağımızı ifade etmek isterim. Bu yapıldığı zaman bugün borç sarmalında bulunan milyonlarca vatandaşımızın biraz nefes alacağını, ekonomik durumunu iyileştirmeye yönelik imkana kavuşacağını biliyoruz. Ama tabii borçların yeniden yapılandırılması yeterli bir çözüm değil. Aynı zamanda vatandaşın borç batağına sürüklenmesine yol açan gelirinin yetersiz olması sorununa da çözüm bulmamız gerekiyor. Bu konuda biz çözümümüzü çok net bir biçimde değişik zamanlarda ifade ettik. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel, her grup konuşmasında çok açık bir biçimde bunu tekrar ediyor. 2025 yılından itibaren asgari ücretin 30 bin lira olması konusundaki kararlılığımız çok güçlü bir biçimde devam ediyor. 30 bin liranın altında bir asgari ücretin kabul edilemez olduğunu buradan bir kez daha ifade etmek isterim.

“30 bin lirayı kulağa hoş gelen bir rakam olduğu için değil, bir gerçekliği temsil ettiği için telaffuz ediyoruz”

Advertisement

Biz bu sayıya ulaşırken sadece TÜİK’in açıkladığı manşet enflasyon verisine bakmadık. Alt gelir grubunda yer alan, asgari ücretle geçinen, emekli grubunda yer alan vatandaşlarımızın ağırlıklı olarak harcama sepetinde neyin yer aldığına bakıp oralardaki enflasyon oranını dikkate alarak bu hesaplamayı yaptık. Vatandaşlarımız elde ettikleri gelirin yarısından fazlasını kira olarak ödemek zorunda. Geri kalan kısmın da yarısından fazlasını gıda harcamalarına, eğer ellerinde bir miktar para kalıyorsa bunu da ulaşım vesaire gibi yerlere harcamak zorunda kaldığını biliyoruz. Buradan hareketle hesapladığımızda yaklaşık yüzde 76’lık vatandaşın gerçekten maruz kaldığı bir enflasyon verisine ulaşıyoruz. 17 bin 2 lirayı yüzde 76 artırdığımızda ulaştığımız rakam 30 bin lira.

Dolayısıyla 30 bin lirayı kulağa hoş gelen bir rakam olduğu için ifade etmiyoruz. Bir gerçekliği temsil ettiği için, vatandaşın bir nebze de olsa ekonomik olarak rahatlamasına imkan verdiği için bu rakamı telaffuz ediyoruz. Dolayısıyla asgari ücretin arttırılması konusundaki kararlılığımızı, yılın geri kalan kısmında da güçlü bir biçimde sürdürüp vatandaşın gelirinin artmasına, bu vesileyle içinde bulunduğu borç sarmalından bir nebze de olsa çıkmasını imkan vermek bizim temel amaçlarımızdan bir tanesi.

“Doğrudan yabancı sermaye girişimini net bir biçimde destekleyen bir siyasi partiyiz”

Yaklaşık bir yıldır bir süredir Türkiye’de Çinli bir otomotiv üreticisinin yapacağı yatırım yüksek sesle konuşuluyor. Türkiye’ye 1 milyar euronun üzerinde yatırım yapacağı iktidar tarafından açıklandı. Bunun da önemli bir yabancı sermaye girişi olduğu ifade edilmişti. Biz doğrudan yabancı sermaye girişimini net bir biçimde destekleyen, teşvik eden, bunu arzu eden bir siyasi partiyiz. Yabancı sermaye girişi önemlidir. Maalesef AKP iktidarının son yıllarına baktığımız zaman yabancı sermaye girişi olarak adlandırılan tutarın önemli bir kısmı gayrimenkul yatırımından oluşmaktadır. Yani Türkiye’de, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı elde etmek için yabancıların aldıkları konutlar, doğrudan yabancı sermaye hesaplaması içerisinde önemli bir yer tutmaktadır.

Bizim doğrudan yabancı sermayeden beklentimiz şudur: Bu ülkeye geldiği zaman istihdam yaratsın, vergi ödesin, teknoloji transferi yapsın, bizim üretim bilgimize katkı yapsın ve Türkiye’nin ilerlemesine çok doğrudan etki etsin diye bekliyoruz. Maalesef üzülerek görüyoruz ki otomotiv üreticileriyle yapılan anlaşmalar, kamuoyuyla paylaşılan kadarıyla baktığımızda ne bir teknoloji transferine imkan veriyor ne de yüksek sayıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının buralarda istihdam edilmesi olanağı yaratacak.

Advertisement

“Türkiye’nin teknoloji transferini zorunlu kılmadan ülkeye yatırımı davet ediyor olmasının ekonomik faydasının ne olduğu tartışma konusudur”

Vergisel avantajları da dikkate aldığımız zaman şu soruyu somut bir şekilde sorma ihtiyacı hissediyorum: Bu doğrudan yatırımın Türkiye ekonomisine doğrudan katkısı ne olacaktır? Ne kadarlık bir doğrudan istihdama yol açacak? Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’nde ne kadar vergi ödeyecek? Ne kadar teknoloji transfer edeceğiz? Türkiye’de üretimde bizim gelen bu sermayeden öğreneceğimiz bilgi birikiminin gelecekte bizim üretimimize katkısı ne olacaktır, soruları maalesef yanıtsız kalmıştır. Bunların kamuoyuyla şeffaf bir biçimde paylaşılmasında yarar olduğunu düşünüyoruz. Yoksa sadece birtakım gümrük vergilerinden kurtulmak için, iç piyasaya ya da gümrük birliği sebebiyle içerisinde bulunduğumuz Avrupa pazarına kolay erişimin bir aracı olarak görülmesini doğru bulmayız.

Avrupa Birliği (AB) örneğin Çinli yatırımcıların Avrupa bölgesinde yatırım yapabilmelerini teknoloji transferine imkan vermesi koşuluyla izin vereceklerine yönelik açıklamalarını görüyoruz. Teknolojik rekabetin çok hızlandığı, yakın dönemde gümrük duvarlarının belirgin biçimde ortaya çıkacağına ilişkin tartışmaların şiddetli bir biçimde sürdüğü bir dönemde Türkiye’nin bunları zorunlu kılmadan ülkeye yatırımı davet ediyor olmasının ekonomik faydasının ne olduğu ciddi şekilde tartışma konusudur. Biz bu konularda iktidarın şeffaf ve net bir biçimde kamuoyuyla görüşlerini paylaşmasını talep ediyoruz.

“Net hata noksan kaleminde yer alan tutarın ne kadarlık kısmı kayıt dışı yollardan Türkiye’ye yapılan altın ithalatıyla ilgilidir”

Ödemeler dengesi verilerimiz açıklanıyor. Türkiye’nin hem cari işlemler dengesinde durumunun ne olduğuna bakıyoruz, hem dış ticarete ilişkin rakamlara bakıyoruz. Fakat çok ilginç bir biçimde ödemeler dengesi bilançosunda şunu da gördük: Net hata noksan kaleminde yılın ilk dokuz ayında biriken rakam tarihin zirve seviyelerine ulaşmış. Fakat bu veri açıklandıktan sonra ve son birkaç haftadır yaşanan gelişmelere de baktığımız zaman aslında bu 21 milyar doların üzerinde olan net hata noksan kaleminin önemli bir kısmının ne hata ne de noksan olmadığına dair endişeleri şiddetli bir biçimde bizim dikkatimize getirdiğini sizinle paylaşmak isterim. Özellikle dış ticaret açığını düşük tutabilmek altın ithalatına getirilen sınırlamalar sebebiyle Türkiye’ye değişik kanallar üzerinden altın girdiğine dair verilerin, bilgilerin, emarelerin olduğunu biliyoruz. Biz buradan şunu sormak istiyoruz: Acaba bu net hata noksan kaleminde yer alan tutarın ne kadarlık kısmı kayıt dışı yollardan Türkiye’ye yapılan altın ithalatıyla ilgilidir? Eğer böyle bir durum gerçekleşmişse bu kayıt dışı olarak yapılan altın ticaretinin kimler tarafından yapıldığının kamuoyuyla paylaşılması gerekir. Türkiye’nin altın ithalatına getirilen sınırlama dolayısıyla Türkiye’deki altın fiyatının yurt dışı piyasalardan, kilo başına yaklaşık 5 bin dolara yakın fark ettiği dikkate alınırsa bu ticaretin birilerine yüklü miktarda bir kazanç fırsatı verdiği ya da kazanç kapısı olduğu net bir biçimde görülebilir.

Advertisement

“Engelli çocuklarına yapılan yardımın çalışma koşuluna bağlı olmamasının önemli olduğunu hatırlatmak isteriz”

Malatya’da yaptığımız bir toplantıda engelli çocuğu olan bir annenin dramıyla karşılaştık. Engelli çocuğu için 4 bin 500 lira engelli yardım aldığını söyledi. Fakat bir yerde işe girer ise yani sigortalı olarak bir yerde çalışmaya başladığı andan itibaren engelli çocuğu için aldığı 4 bin 500 liralık yardımın kesildiğinden söz etti. Baktık, mevzuatta hakikaten böyle. Eğer engelli bir çocuğunuz varsa ve çalışıyorsanız bu 4 bin 500 liralık yardımdan mahrum bırakılıyorsunuz. Bu şu demektir: Asgari ücretle işe girdiğiniz zaman 17 bin lira olan asgari ücretin 4 bin 500 lirası zaten engelli yardımı kesileceği için sizin kesenizden gidecek bir harcama gibi düşünebilir, kayıp olarak düşünebiliriz. Aslında aileye kazandırılan ek bir gelirin asgari ücret kadar bile olmadığı bunun çok altında olduğu görülüyor. Eğer biz kadının çalışma hayatında güçlü bir biçimde var olmasını istiyorsak çalışmaya başlayan ailelerin engelli çocuklarına yapılan yardımın çalışma koşuluna bağlı olmamasını, çalıştığı anda bu yardımın kesilmemesinin sosyal adalet açısından çok önemli olduğunu ve bu desteğin o evlatlara sahip olan aileler açısından çok önemli olduğunu buradan bir kez daha hatırlatmak isteriz. Bunun devam etmesi gerekiyor.

“Deprem bölgesindeki hibe ve kredi desteğinin 1 milyon 250 bin lira olarak güncellenmesi önemli”

Deprem bölgesinde yerinde dönüşüm talep eden vatandaşlara sunulan bir hibe ve kredi olanağı var. Depremden hemen sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda yaptığı açıklamada eğer yerinde dönüşümü tercih ederse depremzede vatandaşlarımız, kendi konutlarını kendileri inşa etmek isterlerse onlara 750 bin lira hibe ve 750 bin lira kredi imkanı sunulacağından bahsetmişti. Bu rakam 21 ay öncesinin rakamı. Son 21 ayda ya da kabaca iki yıllık dönemde enflasyonun ne kadar yüksek seyrettiğini, özellikle inşaat maliyetlerinin ne kadar hızla arttığını dikkate alırsak burada sunulan 750 bin lira hibe ve 750 bin lira kredi desteğinin yetersiz olduğunu, bu tutarların 1 milyon 250 bin lira olarak güncellenmesinin oralarda yapılacak konutların maliyetinin ancak karşılanmasına imkan vereceğini hatırlatarak bu tutarın bu şekilde güncellenmesinin önemli olduğunu sizin dikkatinize sunarım.

“Küçük işletme sahipleri endişe etmesin. Önerdiğimiz asgari ücret onların üzerinde bir ağır maliyet oluşturmayacak”

Advertisement

Asgari ücret konusunda iktidarın ne kadar ayak sürüdüğünü biliyoruz. Asgari ücret artışı yapmamak için çok direndiklerini de biliyoruz. Şimdiye kadar yapılan açıklamalara baktığımız zaman, iktidar eğer imkanı olursa 2025 yılının iktidar tarafından beklenen enflasyon oranına göre bir artış yapmaya kararlı olduğu görülüyor. 2025 yılında iktidarın beklediği enflasyon oranı yüzde 21. Eğer o oranda bir artış yaparsanız 2024 yılında aralık ayı enflasyon verisi çıktığında göreceğiz, muhtemelen yüzde 47 civarında bir enflasyonla yılı tamamlayacağız. Siz gerçekleşen enflasyonun yarısından bile az bir artış oranını ücretli çalışanlara sunarsanız siz onların reel olarak ciddi şekilde yoksullaşmasına yol açarsınız.

Asgari ücretin 30 bin olmasının zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Tabii biz bunu söylediğimiz zaman özellikle küçük esnaftan, ‘Biz bunu ödeyebilir miyiz’ endişelerinin ortaya çıktığını biliyoruz. Dolaştığımız yerlerde gördük, yanında iki tane kalfa çalıştıran bir berber dükkanı ya da bir bakkalda bir çırağın çalıştığı yerlerde ve küçük işletmelerde üç-beş çalıştığı yerlerde bu ücret, diğer maliyetlerle birlikte sosyal güvenlik primi vesaire dikkate aldığımızda yüksek bir maliyet olabilir o esnaf için. Bu sebeple bizim önerimiz az sayıda işçi çalıştıran özellikle küçük işletmeler, esnaf gibi yerlerin sosyal güvenlik priminin devlet tarafından karşılanarak bunların üzerindeki toplam işçilik maliyetinin düşürülmesine yönelik. Dolayısıyla küçük esnaf, küçük işletme sahipleri endişe etmesin. Bizim önerdiğimiz asgari ücret onların üzerinde bir ağır maliyet oluşturmayacak. Çünkü özellikle sosyal güvenlik priminden kaynaklanan yükümlülüklerin önemli bir kısmının hazine tarafından üstlenilmesinin bir zorunluluk olduğunun farkındayız, bunu öneriyoruz.”

Continue Reading
Advertisement
Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir