Haber
İsrail’in Lübnan Saldırıları: Stratejik Değersizlik ve Terörizm
İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırıları, stratejik değersizlik ve terörizm bağlamında inceleniyor. Bu içerikte, bölgedeki çatışmaların kökenleri, etkileri ve uluslararası boyutları ele alınıyor.
İsrail’in Lübnan Saldırılarının Gerçekleri
İsrail’in Lübnan’da gerçekleştirdiği saldırılar, birçok kişi tarafından “hayranlık”la karşılansa da, bu durumun gerçekte ne anlama geldiğini göz ardı etmemek gerekiyor. Bu tür saldırılar, tam anlamıyla kirli savaş yöntemleri ve terörizmin bir başka yüzüdür. Saldırının hassasiyeti, sofistike yapısı ve ince planlanması bazıları için övgü konusu olabilir; ancak bu durum, saldırının doğasının kirli olduğu gerçeğini değiştirmez. Savunmasız bireyleri hedef alan bu tür eylemler, Belçika Başbakan Yardımcısı tarafından da belirtildiği gibi, elbette bir “terör eylemi” olarak nitelendirilebilir.
İsrail, bu saldırıyı ne üstlenmiş ne de reddetmiştir. Ancak New York Times gazetesinin haberine göre, operasyon hakkında bilgisi olan 12 İsrailli istihbarat yetkilisi, saldırının tamamen İsrail tarafından gerçekleştirildiğini ifade etmiştir. Bu yetkililere göre, eylem uzun bir süre boyunca titizlikle planlanmaktaydı.
Kendi görüşüm olarak, bu saldırının stratejik değerini anlamakta güçlük çekiyorum. İsrail’in Gazze’deki soykırımı, kendi ekonomisini de derinden sarsmış durumdadır. Uluslararası tepkilerin ve kınamaların merkezinde yer alan İsrail, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun savaşı daha da tırmandırma çabalarını anlamakta zorlanıyor. Görünüşe göre, “artık bir tehdit olmaktan çıkarılması gereken Gazze’nin” tamamen Filistinlisizleştirilmesi hedefleniyor. Bu nedenle, belki de savaşı bölge geneline yaymayı amaçlıyor.
Gazze’de kıyıma başladığı andan itibaren, İsrail’in Lübnan’ı bombalaması, uluslararası hukukun açık bir ihlali olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca, Lübnan’da yoğun nüfuslu bölgelerde fosfor bombası kullanıldığına dair bilgiler de bulunmaktadır.
Bu gelişmeler, ABD’nin ikiyüzlülüğünü bir kez daha gözler önüne sermiştir. ABD, savaşın daha fazla tırmanmaması adına, İsrail ile Hizbullah arasındaki çatışmaya “diplomatik bir çözüm” bulmaya çalıştığını iddia etse de, İsrail’in Lübnan ile savaşı, ABD’nin İsrail’e daha fazla silah ve askeri fon sağlaması için bir fırsat yaratacaktır. Bu saldırılar, ABD merkezli silah üreticilerinin kazançlarını artıracak bir zemin oluşturuyor. Yani, savaşı önlemeye çalışan bir ABD yoktur.
Hizbullah açısından bakıldığında, yaşananlar tam anlamıyla bir zaafiyet göstermektedir. Oysa Hizbullah, ciddi bir bölgesel güç olarak kabul edilmektedir ve etkisi yalnızca Lübnan ile sınırlı değildir. İsrail’in iletişim araçlarıyla eylem gerçekleştireceğini bildiği için kendi telekomünikasyon ağını kurmuş olan bir örgüt, çağrı cihazı saldırılarını fark edememesiyle ciddi bir güvenlik açığı içinde olduğunu göstermektedir. Bazı Amerikan gazetelerinde, uzmanların Hizbullah’ın eylemi fark ettiğini ve bu nedenle İsrail’in çağrı cihazlarının planlanandan önce patlatıldığına dair iddialar da yer almıştır.
Beyrut havalimanı ve deniz limanını koruyan, Bekaa Vadisi ile Suriye sınırında yüksek gözetim uygulayan Hizbullah’ın, “aşılamaz” olarak görülen güvenlik duvarının aşılması, örgüte büyük bir itibar kaybı yaşatmıştır. İsrail’in sadece iletişim ağını değil, aynı zamanda tedarik zincirini de ele geçirmesi karşısında ne kadar savunmasız olduğu da gözler önüne serilmiştir. Bu durum, Hizbullah’ın Lübnan’da ülkenin resmi ordusundan daha etkili bir silahlı güç olduğu imajını da sarsmıştır.
Bundan böyle, Hizbullah’ın İsrail’e karşı atacağı adımların daha dikkatli olması gerekecek. Örgüt, defalarca İsrail’den intikam alacağını belirtmesine rağmen, hiçbir somut adım atmamıştır. Örneğin, en üst düzey komutanlarından Fuat Şükür’ün geçen ay Mossad tarafından öldürülmesine dahi karşılık vermemesi dikkat çekicidir. Bunun nedenleri arasında, İsrail ile topyekun bir savaşa girmeyi istememesi ve ortaya çıkan güvenlik zaafiyetinin askeri yeteneklerini kısıtlaması bulunmaktadır.
İsrail, şimdi görülebilen zayıflıklarından hareketle Güney Lübnan’da Hizbullah’a karşı geniş çaplı bir askeri operasyon düzenleyebilir. Ancak, ne kadar zafiyet gösterse de Hizbullah’ın İsrail ile savaşma deneyimi mevcuttur; bu nedenle İsrail’in işi kolay olmayacaktır. Unutulmamalıdır ki, Hizbullah 2006’da İsrail ile girdiği savaştan sonra cephaneliğini yeniden inşa etmiştir ve benzer bir durumu tekrar gerçekleştirebilir.
Yukarıda belirttiğim gibi, bu saldırıların stratejik bir değeri yoktur; yalnızca Netanyahu’ya yarar sağlamaktadır. İçeride siyasi başarı elde etmesi yüksek ihtimaldir. İsrail’in bu saldırısının bir “terör” eylemi olduğunu sadece Belçika Başbakan Yardımcısı düşünmüyor; Avrupa genelinde bu saldırıların ayrım gözetmeyen “serseri” saldırılar olarak değerlendirildiği bir görüş hakimdir.
Asıl önemli olan, bu saldırıların İsrail’i daha da güvenli bir hale getirmeyeceğidir. Çünkü 7 Ekim’deki İsrail zaafiyeti, her an yeniden yaşanabilir. Unutulmaması gereken bir gerçek var: Orası Ortadoğu; neyin ne zaman olacağı asla belli olmaz.